Episode Transcript
[00:00:00] Speaker A: Tüm dünya bugün Diego Ricardo'nun ölümüne şaşırdı. Dünyanın en genç kişisi.
Bebek Diego, Buenos Aires'te bir barın dışına vurulmuştu, bir otograflı yazmayı terk etmekten sonra. Sahnede izleyiciler diyor ki, Diego, otograflı yazmak isteyen bir fanın yüzünden vurulmuştu.
Öncelikli şakalarda öldü. Fan, sonunda kızgın halklarla öldürüldü.
...2009'da doğmuş, Marcelo ve Silvio Ricardo'nun oğlu... ...Mendoza'dan çalışan eşi. Tüm hayatını yaşamaya çalışıyordu...
[00:00:42] Speaker B: Sınır etkisinden sesimizi duyurabildiğimiz herkese merhabalar. Ben Kader.
Bugün insan hakları, göç ve distopik bir gelecek üzerinden çok güçlü bir mesaj veren bir filmden bahsedeceğiz. Children of Man. 2006 yılında çekilen bu film gerçekten de izleyenin içine eşleyen bir yapıya sahip. Bu bölümde film üzerinden göçmenlik krizine ve insan hakları ihlerlerine dair sohbet edeceğiz.
Hazırsanız başlayalım.
Ayna Beledi Podcast.
Distopik bir film deyince aklınıza ilk ne geliyor? Ne düşünüyorsunuz yani?
Benim aklıma gelen ilk şey kaos.
Mutlak bir kaos ortamı. İşte bizim de bugün bahsedeceğimiz filmde hikaye 2027 yılında geçiyor.
Dünya bildiğiniz kısır bir hale gelmiş. Tam 18 yıldır hiçbir çocuk doğmamış.
Bu durum toplumları, hükümetleri, insanları paramparça etmiş.
Hep demez miyiz çocuklar bizim geleceğimiz diye? İşte geleceği olmayan bir dünyada insanlar neden yaşasın ki?
Ve işte bu film çok önemli bir noktaya parmak basıyor. Umutsuzluk.
Çocuk yoksa umutta yok.
[00:02:36] Speaker A: Diego Ricardo, dünyadaki en genç kişi 18 yıl, 4 ay, 20 gün, 16 saat ve 80 dakika.
[00:02:50] Speaker B: Bu umutsuzluk ortamında hükümetler daha da otoriter hale geliyor. Göçmenlere uygulanan baskı her geçen gün artıyor. Biz de tam da bu noktada, göçmenler toplumun düşmanı mı yoksa umudu mu sorusunun cevabını tartışacağız.
Öncelikle distopik filmlerde oluşan şu kaos ortamına bir bakalım.
Filmde İngiltere hala güvenli sayılan az sayıdaki ülkelerden biri. Ama güvenli derken neredeyse tam anlamıyla bir polis devleti haline gelmiş bir şekilde güvenli.
Göçmenler için toplama kampları kurulmuş, insanlık dışı koşullarda yaşıyorlar. Hatırlıyor musunuz? O tren sahnesi.
Film boyunca bir sahnede karakterlerden biri olan Theon'un trenle geçerken toplama kamplarındaki göçmenleri izlediği bir an var.
İnsanı o kadar derinden etkileyen bir sahne ki.
İşte bu görüntü Nazi Almanya'sındaki toplama kamplarını anımsatıyor izleyicisine.
Ya da Nazi Almanya'sına kadar gitmeye de gerek yok. Yakın tarihimizde olan biten bütün savaşların sonucunda mülteci ve göçmen konumuna düşen insanları televizyonlarda, medyada nasıl izliyorsak işte karakterimiz Tio'da trenle geçerken toplama kampındaki göçmenleri izliyor.
Peki bu sahne neden bu kadar etkileyici?
Çünkü günümüzde de göçmenler benzer şekilde sistematik olarak dışlanıyor ve insansızlaştırılıyor. Ortadoğu'daki çatışmalardan kaçan mülteciler Avrupa sınırlarına yığıldığında, herhangi bir sınıra yığıldıklarında nasıl karşılandılar?
Veya Amerika-Meksika sınırındaki gördüğümüz mülteci kampları ya da diğer ülkelerin sınırlarındaki kamplar. Filmdeki kamplardan ne farkı var bunların?
Nasılsın? İyiyim.
Aslında film, göçmenlerin maruz kaldığı bu insanlık dışı muameleyi gözler önüne seriyor.
Göçmenler burada sadece fiziksel olarak değil, aynı zamanda insani değerlerinden de mahrum bırakılıyor.
Hükümetlerin ve medya organlarının onları birer tehdit olarak sunmaları, onları toplumun gözünde neredeyse insan statüsünden çıkarıyor. İşte bu da tam anlamıyla bir insansızlaştırma.
Göçmenler tehlikeli, düzensiz bir yük olarak görülüyorlar. Oysa asıl gerçek bu mu? İşte tam da burada insan haklarına değinmemiz gerekiyor. Filmin geçtiği dünyada insan haklarından söz etmek çok zor.
Bizim dünyada da biraz zor ama o kadar da değil.
Ya da o kadar mı?
Her neyse, devlet güvenliği sağlama bahanesiyle bireylerin tüm haklarını elinden almış durumda. Kimliksizleştirme, izole etme, özgürlüğü kısıtlama...
Bir dakika, bunlar çok tanıdık geldi bana.
Bu unsurların tamamı modern otoriter rejimlerin de kullandığı taktikler. Ama burada belki de en çarpıcı olan göçmenlerin haklarından tamamen mahrum bırakılması. Çok çarpıcı değil mi? Hele filmde bir an var ki karakterimiz Theon'un bir diğer karakterimiz olan Ki ile o toplama kampından kaçmaya çalıştığı an.
Ki hamile yani dünyada 18 yıl sonra doğacak ilk bebeği taşıyor. Düşünsenize bu bebek bir sembol aslında.
İnsanlığın yeniden doğuşunun, umudun sembolü.
Ama o bebek bile daha doğmadan göçmen statüsünde. Dünyaya gelmeden ötekileştirilmiş durumda.
Başka bir sahnede Tio Kiye yardım ederken göçmenlerin barındığı bölgelerden birinde isyan başlıyor.
O koğasının ortasındaki Kiye doğum yapıyor.
Filmi izleyenler hatırlar.
O bebeğin ağlamasıyla herkes durup bir an için bile olsa savaşı bırakıyor.
İşte o an insanlığın hala var olduğunu gösteriyor. Bahsettiğimiz o umut.
Her şeye rağmen hala orada, içimizde bir yerde.
Ki'nin doğumu filmde çok önemli bir dönüm noktası aslında.
İnsanların içindeki umudun ve insanlığın devamı.
İşte bunu da yönetmen bir göçmen üzerinden anlatıyor.
Ki bir göçmen.
Toplumun dışladığı, belki de tehlikeli gördüğü biri. Ama o, yeni doğan bebeğiyle insanlık için bir umut taşıyor.
Film burada aslında bize çok önemli bir şey fısıldıyor. Umudu dışladığımız yerde bulabiliriz. Dışlananlar, ötekileştirilenler, aslında insanlığın devamını sağlayacak olanlar olabilirler.
Karakterimiz Tio, kiyi ve bebeği korumak için kendini feda ediyor.
Aslında bu noktada insan haklarına duyulan inanç ve umut adına verilen bir mücadele görüyoruz Tio'da.
İnsan hakları ihlalleri, otoriter rejimlerin baskısı, göçmenlerin aşağılanması… Tüm bunlara rağmen, film Tio'nun sadece bireysel direnişinin umudu nasıl yeniden canlandırabileceğini gösteriyor.
Children of Man, günümüzde yaşanan göçmen krizleri ve insan hakları ihlalleriyle inanılmaz benzerlikler taşıyor. Otoriter yönetimlerin baskısı, toplumların içine düştüğü umutsuzluk, göçmenlerin dışlanması... Bunlar sadece bir film değil, distopik bir film hiç değil. Gerçeğin bir yansıması. Ama film bize aynı zamanda bir umut sunuyor. İnsan hakları ve insan onuru için mücadele eden bireyler her zaman var olacak. Ve bu mücadele umudu yeniden yaşartacak.
Sınır Etkisi'ni dinlediniz.
Bizi nereden, hangi zaman diliminde dinliyorsanız hepinize günaydın, iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler diliyorum.
Sınır Etkisi programını Apple Podcasts, Google Podcasts, Spotify, Stitcher, SoundCloud platformları üzerinden dinleyebilir ve konu hakkındaki görüşlerinizi bize iletebilirsiniz.